14-01-2015 Namık Kemal

                Bizde herkesin aile muamelatından az çok bir fikir hasıl etmek için orta halli bir efendinin hanesine girilse cari olan ahvale nazarı ibretle bakılsa, ne görülür? Tabiatıyla pişi nazara en evvel ailenin pederi tesadüf eder; onun muamelatına layıkıyle dikkat olunursa görülür ki, vaktiyle çocuk imiş, her türlü havayiç ve lezaizin hazırlıyacak bir dadı veya bir beslemesi varmış, her belasını o çeker imiş. Biraz sinnini almış, evlendirmişler; dadı gitmiş yerine bacı gelmiş. Efendinin münasebetli münasebetsiz ne kadar merakı ne kadar arzusu var ise – velev ki, her biri birkaç gece uykusuzluğu , birkaç  gün hastalığı, bin bin türlü meşakı cismaniyi, yüz bin türlü azabı ruhaniyi mucip olsun – hanım onların cümlesini yerine getirmedikçe boğazından rahatça bir lokma geçmek ihtimali yoktur.

                Efendi, çocukluğunda mesela bir de kedi beslemiş; onunla eğlenirmiş. Teehhülden sonra kedi gitmiş; yerine bir iki çocuk gelmiş. Evvelleri kendisine yaptığı gibi, şimdi de terbiye namiyle kendinin ne kadar hevesatı var ise çokcuklarının fikir ve vicdanına intiba ettirmeye çalışıyor.

                Hanım ise altı yedi yaşında iken, kendini vasisi besler giydirirmiş. Onbeş, onaltı yaşına girince vasi bertaraf olmuş, yeirne bir zevç gelmiş. Vakti olsun olmasın hanımın eper bir gün sekiz türlü et ve hamur ile midesini ifsat etmez, ve iki düğünde bir kat esvap giydirip te akran ve emsali arasında mahcup bırakır, ve ziynet namıyla o güzel başına bâr olmak için birkaç okka taş, ve kalay parçası tedarik eylemez ise zevciyet ve belki insaniyetten çıkmış hükmünü alır.

                Hanımında çocukluğunda bir sevgili bebeği varmış. Teehhülden sonra bebek gitmiş, yerine bir kız gelmiş; o da büyümüş, bebek nasıl hanımefendinin emrettiği yerde yatmıya mecbur ise kız da öylece hanımefendinin arzu ettiği beyefendinin koynuna girmekte muztar olmuş, nihayet teverrüm etmiş. Biçare gah ettiğini ve gah Cenabı Hakkın mücazatını düşünerek, iki elini böğrüne koymuş, rahat döşeğinin etrafını hazin hazin dolaşır durur.

                Yahut kız o kadar içli bulunmaz; kocasının kahrını bir çeker iki çeker; nihayet iş mahkemeye dayanır. Eğer arada bir çocukta bulunur ise nikah, nafaka kavgaları iki hanedanın ömrüne sürer.

                Mahtum beyler ise bu darı mihnete her türlü hıfzı hayat esbabından mahrum oldukları halde gelmişler; kapısı açık yemeği hazır bir mihmanhanesi ihsana konmuşlar. Yerle, içerler, eğlenirler, gezerler. O esbabı maişete ve saadeti hasıl eden pedere vekilharç ve idare ve terbiyesine çalışan valideye kethüda kadın nazariyle bakarlar.

                Akıbet bir evin büyük terki hayat eder; tevarüs eden birkaç parça mal ve mülkü bir türlü paylaşamazlar. Onlar bir taraftan yaka yakaya mahkeme mahkeme dolaşırlar. Akıbet iki adamin fenasiyle bir koca hanedan perişan olur gider.

                Böyle bir ailenin haline hakimane nigah edenler için büyükleri hala çocuk, ve fakat irileşmiş ;küçükleri hala cenin ve fakat rahmi maderden sakıt olmuş gibi görünür.

                Ey zevci bihaber! Meskenine bir refikadır peydah olmuş; niçin ailenin bağrını bütün bütün kendi üzerine yüklenirde yalnız kendi meşakkatini o biçareye tahmil edersin?

                Ey bineva peder! Sebep nedir ki, kendin insan iken, dünyaya yadigarı ömrün ve neticesi hayatın olan, evladının yalnız muallem hayvan gibi, kaşının gözünün aynayışından tasavvuratı fikriye ve iradatı kalbiyeni öğrenmesi uğruna bütün zamanı tahsilini izaa edersin?

                Ey ümmülheves sahibetülbeyt! Sana hanende ehlinle, evladınla, sıhhatinle, rahatınla geçinmek nimeti, ve gençliğinde hüsnü cemal, ve yaşını aldıktan sonra, evladü ayal ziyneti yetişmez mi ki iki lokma yemek veya dört arşın bez parçası için daime bir ıstırap ve keşakeşi iltizam edersin de gerek kendine ve gerek yanında  olanlara nimeti zehir ve rahatı haram eylersin?

                Ey bahtsız valide! Derdin en ki, vücudundan ayrıldığına teessüf edecek kadar müptela olduğun ciğerpareni kendi istediğin ve onun istemediği bir ecnebinin yatağına vermek için habgahı ârâmını pamuk şiltelerden kara topraklara tahvil etmeye sebep olursun? Veyahut pederinin yanında halinden bahsetmeye hicap eden bir muhaddereyi muhzirler ve vekayi katiplerine gönlünün en aziz olan serairini faşeylemeye mecbur edersin?

                Ey insafsız evlat! Sen vücudunun müsaadesi, gençliğinin kuvveti vaktinde hicap etmezmisin ki bütün zamanını gönlünü eğlendirmeye sarfedersin de hanedanının meşakı maişetini ihtiyar pederinin ağarmış başına ve bükülmüş boynuna bırakırsın?

                Ey mürüvvetsiz birader ! dünyaya geldiğin zaman validenin rahmini, sütünü kemali kanaatle taksime razı olduğun kardeşinle hanenin taşını, duvarını; dükkanın, mülkünü, iradını neden paylaşamadın ki biçareyi canı gibi, hükûmetgâhlarda sürükleyerek hem onu, hem kendini, hem de insaniyeti terzil edersin.

                Başka yerlerde zevçler görüyoruz ki, zevcesini ruhunun vasfı addeder. Kendinin her türlü lezaiz ve meşakına onu teşrik ederse, kendi de onun her türlü lezaiz ve meşakına iştirak eyler.

                Pederler görüyoruz ki, evladını kendi fikir dairesinde hasretmek değil, kendi fikrinin erişemediği maaliye isal etmedikçe bir türlü rahat edemez.  Evinin en büyük masrafı oğlunun terbiyesi upruna bezleylediği paradır. Kendine faik bir halef görmeden vefat ederse dünyanın gözü açık gider. Kendinin bir fikri, yetişmiş oğlunun bir fikrinden müstakim çıkarsa, hicabından kan terlere batar. Evladını galebei şeyhuhetle gözlerine ama geldiği zaman elinden tutup te yedmek için beslemez. Sinni tahsil hitama erişipte zihni sükunet ve inhisara mecbur olduğu zaman tariki terakkide kendine rehber bulmak için büyüktür. İstikbalin ikbalini bilir; halefinin her suretle kemaline çalışır.

                Zevceler görüyoruz ki, zevcini iz’aç ederse, evladının bazı kusurlarını affettirmek için eder. Elbisesini, tezyinatını zevci kendisinin istiğna ve mürüvvetinden hicap ederek eyler; kendisi zevcinin muhabbet ve mürüvvetinden hicap ederek kabul eder. Zevcine hayatı saniye, hanesine melekküsiyane görünür.

                Valideler görüyoruz ki, evladı bir dakika gülmezse kendi bir saat ağlar; evladı bir saat ağlarsa kendi bir ay hastalanır, evladı bir ay hastalanırsa kendi bir yıllık ömrünü kaybeder. Kendi gönlünü evladına esir eder; evladının gönlünü irtibat edecek yer aramakta padişahlardan ziyade hürrü mutlak bırakır. Evladını insan etmek için kendi bin türlü mücahedat ile melek haslatında bulunmaya çalışır. Evladını canından ayırmaz ki o başka bir şey istesin. Kendi başka bir şey istesin.

                Evlat görüyoruz ki, pederinin gümüş renkli saçlarından bir telini hazinei aleme ve belki cevheri canınca değişmez; velideyninin gönlüne fenayı alemden tesella bahşolur; fikirlerine bin türlü teceraip ve müdrikat ile revnak verir. Vücutlerine şehap kadar kudret ve bir müttekayı zihayat gibi muavenet arzeyler. Ailenin ne kadar meşakı varsa gayret ve iftihar ile deruhte eder; akrabasını görür gözü, tutar eli olur.

                Biraderler vardır ki, neslen bade neslin mülasık doğar tev’emler gibi kendilerinin ve evlat ve ahfatlarının dünyada iştirake salih her neleri var ise müşterektir. Yarım haneye temellük için değil, bir koca mülke tasarruf için bile birbirine bir kere iğri bakmazlar.

                Saadet, bahtiyarlık bu türlü aileler içindir; hayat böyle yaşamıya derler; insaniyet bu insanların halidir.

                Biz ne zamamana kadar şairin mevç ve kenar teşbihi gibi akrabamızla daima bir yerde bulunduğumuz halde daima halen ve fikren birbirimizden girizan olacağız? Ne zamana kadar erkekler haremi dövecek? Ne zamana kadar kadınlar zevcini yaşmak, ferace iz’acatiyle sabahlara kadar uykusuz bırakacak? Ne zamana kadar pederler oğlunu kendi gibi olmasını veyahut mesela kendi mahalle imamı iken oğlu tabip olmak isterse ayıbını kara toprak örtmesini temenni edecek? Ne zamana kadar valideler kızlarını satılık matah gibi senelerce hergün bir esirci bakışlı görücünün nazarı muayipcuyanesine arzettikten sonra hediyelik cariye gibi bir kerecik rızasını sormıya bile tenezzül etmeksizin kendi beğendiği bir adamın eline teslim edecek? Ne zamana kadar oğullar, kızlar sebebi vücutları olan pederlerinin, validelerinin, kah hissetinden, kah atehinden, kah hiddetinden, kah huysuzluğundan bahsederek mevtlerine arzuyu zımni gösterir bir halde bulunacak? Ne zamana kadar biraderler, hemşireler, kayınvalideler, gelinler menfaa için, nahvet için, inat için, zevzeklik için birbirlerinin etini yemeye, kanını içmeye çalışacak? Ne zamana kadar yalnız içimizden bir doğarsa sevineceğiz; doğanlardan biri ölürse ağlayacağız; sağ kalanlar mağdemel hayat birbirimizi iz’aç edip duracak?

                İnsanı peder hasıl eder, kabile doğurtur, valide besler, fakat cümleyi halkeden feyyazı kerimdir ki zatına ibadet, sun’una marifet, ibadına şefkat irade ediyor.

                İnsan bir memlekette bulunur; fakat medarı saadeti, hafızı hayatı, odalarımızda yakmak için İngiltereden buralara kömür ve hastalarımıza deva için Bahrimuhit adlarından İstaubla kınakına vüruduna bais olan insaniyettir ki efradı beyninde uhuvvet ve her ferdinde diğerlerinin ihtiyacatı maddiye ve maneviyesine muavenet bekliyor.

                İnsan bir hanede bulunur, fakat kendisinin, hanesinin istiklal ve rahatına kafil olmuş birde maderi vatan vardır ki bizden evladının teksir ve terbiyesine ve istiklal ve rahatının hıfzına hizmet talep ediyor.

                Biz ibadeti ilahiyeye bedel pederimize isyan mı göstereceğiz?  Marifet sun’için sıla-i rahim hususunda olan gafletimizi mi arz edeceğiz? Hizmeti dini, ailemize hizmet etmemekten mi bileceğiz? Şefkati ibat yerine veraseti kendimize intikal edenlerin mevtini temenni ile mi meşgul olacağız. Uhuvveti insaniyeyei kardeşlerimizi birkaç kuruş için zaptiyeye vermekle mi öğreneceğiz? İnsaniyet bu türlü aileler teşkiliyle mi muavenet edeceğiz?

                 Ebnayı vatanın iksirine çocuklarımızı daha rahmi maderden öldürmekle ve doğanların körükçü oğlu macunu veya afyon şurubu ile tesmim etmekle, vücutlarımızı müskirat denilen zehri müzmin ile healk eylemekle mi hizmet edeceğiz? Çocuklarımızın terbiyesine daha kendimiz evladımızın hakkını öğrenmemekle mi muvaffak olacağız?kendi istiklalimizi birkaç kuruşa feda etmekle mi vatanın istiklalini hıfzeyleyeceğiz? Kendi hanelerimizden rahatı selbeylemekle mi vatanın rahatına muavenette bulunacağız?

                Bir mülkün evleri bir evin odalarına benzer; her odasında bir nefreti daimiye ve kavgayı rüzumerre cari olan hanelerde rahat mı olur? Mamutiyet mi kalır? Saadet mi husul bulur?

                İntibah, intibah ki içinde bulunduğumuz sefineyi ardı arası kesilmez intizamsız hareketlerle biz mehlikei iğtiraka düşüyoruz, sonra rüzigara kabahat buluyoruz.

                                                                                                              İbret Gazetesi, No:59,19 Teşrinisani 1872

 

 




Namık Kemal Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler