13-10-2016 Mehmed Akif Ersoy

          Mütenebbi divanını karıştıranlar, şiirinde hikmet ile hemaseti mezc ettiği için Arabın en ma'ruf şairleri derecesine çıkarılan bu adam ile Emir Seyfü'ddevle arasındaki münasebeti bilirler. 
           Bizim Koca Ragıp Paşa merhumun hikmetiyle Nef'i'nin cezaleti, şiddeti bir yere getirilir de aynı şair'e verilirse işte size bir mütenebbi!
          Yalnız bizim Nef'i harb ve darb tasvirinde gösterdiği kudreti hissiyat-ı aşikanesinin tercümanı olan gazellerinde de izhar edebilmiş iken öbürü bunu, kabil değil yapamamıştır.
         Evet, Nef'i Divanı'nda o kadar vecd-engiz, o kadar rakik gazeller bulunabilir de Mütenebbi'de belki bir tanesi görülemez.
         Araplar kasidelerinde - bizim şairlerin ta'biri vecihle- gazel tarh edeceklerde ona teşbib ismini vererek manzumenin baş tarafına geçirirler. İşte zavallı mütenebbi'yi en ziyade sıkan öyle zannederim bu teşbibler olmuştur! Şair kendisinin duymadığı bir takım  hisleri duyurmak mecburiyetiyle adi bir nazım derekesine indikten sonra bakarsınız, birden bire yükseliverir : çünkü artık doğrudan doğruya sanihat-ı fikriyesini ismaa çalışır.
         Seyfü'd-devle  Al-i Hamedan padişahlarının en fazılı, en edibi olduktan başka pek büyük bir askerdi. Bu muhterem zatın measir-i irfan ve şecaat Mütenebbi'ye büyük büyük şiirler söyletmiştir. Zaten şairin en güzide eserleri vaktiyle Mısır'da hükümet eden Kafur Akşidi ile Seyfü'd-devle hakkındaki kasideleridir.
         Üdeba-yı Arap Kafur için söylediklerini daha parlak buluyorlar. Zaten şairin kendisi de, '' Ben o kasideleri Kafur için söylemedim; Mısır ulemasına beğendirmek için söyledim.'' dermiş.
         Mütenebbi Kafura takdim ettiği kasideleriyle kendisine bir vilayet verilmesini ister, Kafur da zavallıyı oyalar dururmuş. Nüdemasından biri ''Efendimiz, bu adamcağızın matlubunu is'af buyursanız, olmaz mı?'' demiş. Kafur da : ''ne söylüyorsun! Bu herifin dünyada bir dikili ağacı yokken peygamberlik davasına kalkıştı. Ben tutar da koca bir memleketi eline verirsem uluhiyetni ilan etmeyeceğine nesıl emin olabilirim?'' cevabını vermiş.
                                                                             ***
     Mütenebbi'nin muasırlarından bir de Ebu Firas Hameddani vardır ki Arabın en büyük şairlerindendir. Kemal'in Cezmi'sinde görülen

müfredi Ebu Firas'ın pek maruf bir kasidesindendir ki emsaline az tesadüf olunur. Hatta Araplar ''Şiir bir emir ile başladı.Bİr emir ile bitti.'' derler ki evvelksiyle muallaka sahibi İmruu'l-Kays'ı  ikincisiyle de Ebu Firas'ı kasdederler.
     Bir gün Mütenebbi Seyfü'd-devle'nin huzurunda bir neşidesini okurkan nahviyyundan İbni haleveyh daha bir iki edip ile beraber Ebu Firas da bulunuyormuş. Bu sonraki, şairin kasidesini fena halde kasidesini fena halde didiklemiş. En güzel beyitlerinden hikmetlerin, nüktelerin başka yerlerden nakl olunduğunu isbat hususunda biraz insafsızlık etmiş. İbni Haleveyh de işe karışınca Mütenebbi'nin canı sıkılarak emirin huzurunda söylenmeyecek sözler söylemiş. Seyfü'd-devle de nasılsa infialini yenemeyecek biçare şaire pek ağır bir muamelede bulunmuş. Şu kadar var ki Mütenebbi'nin, 
     Sen heman eyle tekellüm razıyım düşmana ben mısraından daha kuvvetli olan :
 
tarzındaki tazallum-ı rakiki üzerine hemen perişan olarak şairini kucaklamış; nüvazişlere, iltifatlara, ihsanlara boğmuş, özürler dilemiş. Bu vakayı müteakip Mütenebbi ufak bir manzume, ddaha sonra büyük bir kaside ile Seyfü'd-devle'ye teşekkürler eder. İkinci kaside 
 
matla'ıyla başlar, epeyce sürer. Bu kasidenin aşağılarına doğru tamamen on dört emr-i hazırın dizilmesinden husule gelmiş bir beyit vardır ki şöyledir :
 
(kusurumu afvet; nail-i ihsanın olayım; bir çiftlik ver; beni yayan bırakma; mevkiimi a'la et ; kederden kurtar; eski şerefimi iade eyle; atanı artır; bana karşı güler yüz göster; inayet buyur; şeref-i kurbundan mahrum bırakma; kalbimi sevindir; her zaman mazhar-ı ihsanın olayım... gibi bir takım manalar ifade ediyor.)
         Şair bu beyite gelinceye kadar pek güzel sözler söylediği  için son derecede mahzuz, münbasit kalan Seyfü'd-devle bütün şu emir sigalarından her birinin tazammun ettiği istirhama karşı :
        ''Afv ettim; daima lütfumu göreceksin: halep civarındaki ............ çifliğimi verdim; iki yağız at rükubuna tahsis olunacaktır; şeref-i kadimin kamilen masundur...'' gibi mükabalelerde bulunmuş, meclisde gayet zarif bir ihtiyar varmış. Mütenebbi'nin nail olduğu bu kadar ihsanı tabii çekemediği için :
        '' Efendimiz, herifin ne kadar mes'ülü varsa üşenmeden birer birer is'af buyurdunuz.Yalnız biri kaldı....'' demiş. Seyfü'd-devle, '' Hangisi?'' deyince ''     sigalarının akabinde  Hih! Hih! diye gülecektiniz! '' cevabını vermiş.
          Emir ihtiyarın bu zarafetini son derecede takdir ederek ömrünün son senelerini refah ile geçirecek kadar ihsanda bulunmuş.
                                                                                ****
           Meşhur Asmai bir gün Harunü'r-reşid'in yanında imiş. Badiyeden bir Arap halifenin huzuruna çıkarak bir şiir inşad etmiş. Halife şiiri takdir yolunda veciz fakat müsecca' iki üç cümle irad eyledikten sonra '' Sana şu kadar altın versinler'' demiş. Lakin Arap '' Bir tanesini bile kabul edemem.'' cevabını vermiş. Halife karşısındaki kebeli Arabın şu istiğnasını görünce hayrette kalmış sebebini sormuş.
 - Ya ben okuduğum şiir için para nasıl  alabilirim ki sizin o mensur sözleriniz benim zavallı neşidemden bin kat parlak düştü?
          Artık Harinü'r-reşid'in gurur ve inbisatı tasvirlerin, hatta tasavvurların fevkine çıkacağını, Arabın caizesini yüz misline çıkaracağını söylemeye lüzum yoktur değil mi?
           Asmai diyor ki :
 -  Bu kadar yaş yaşadım. Bu kadar ümera ile, hülefa ile düştüm kalktım da atiye saydı hususunda şu baldırı çıplak bedevi kadar bile maharet gösteremedim. Yazıklar olsun!
                                                                                                                                            Mehmed Akif  




Mehmed Akif Ersoy Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler